Nihat Dağlı

Her yazı geriye dönük bir öyküden doğar. Yazının yazıcının zihninde ilk kıpırdanışı, bunu tetikleyen okumaların ve insanlık durumunu anlamaya çalıştığımızda kendimizi bir öykünün evreninde buluruz. Sadık Yalsızuçanlar’ın Timaş’tan çıkan yeni anlatısı Cam ve Elmas’ı işaretleyen bu yazı da bir öykünün içinden çıkıyor.
Bir yıldan fazla bir zaman önceydi. ‘Koministlik’ten görevinden uzaklaştırılan Allah’ın kulu avukat Abdullah, çalıştığım dergiye gelmişti. Abdullah abim bu, öylesine gelmezdi bana. Günün bir vaktinde zihnine düşmüş bir ismin, bir konunun peşine düşer, hayatın derinliğindeki sırra vakıf olmak ister hep. Bir şekilde karşısına çıkan bir işarete bütün gününü verir. Rüzgârın sokağa taşıdığı gazete parçasında kediyle ilgili bir yazı mı gördü, o gününü kediye ayırır, ilk gördüğü karede gözüne bir rakam mı çarptı, ceketinin cebinde taşıdığı Kur’an mealinden o rakamlı ayetin mealine bakar, payına düşen dersi çıkarır. O gün de öyle olmuştu. Kemeraltı’nın sokaklarında yürürken kulağına bir isim çalınmıştı: Harakanlı Hazretleri… Abdullah abiyle odamda, çay içiyoruz. ‘Nihat, Harakanlı Hazretleri hakkında bir şeyler biliyor musun’ diyor. Harakanlı… ‘Yok’ diyorum. Biz böyle konuşurken dergimizin resim arşivcisi arkadaş odama girdi:
-Harakanlı Hazretlerini mi sordunuz?
-Evet
-Derginin önümüzdeki sayılarına Harakanlı Hazretleri’yle ilgili bir yazı girecek, ben de bu yazıya resim bakıyordum.
Abdullah abim, artık aşina olduğum bir hayret içinde sıklıkla seslendirdiği cümlesini orada söyleyiverdi:
-Kardeşim, Allah zar atmaz! Görüyorsun değil mi?
Doğrusu ben de şaşırmıştım. Hayatın her anı bir şeyler söyler ve yaşatır, zamanın ruhu vardır. Hemen o yazıyı edindik, Abdullah abi bir fotokopisini edindi. Böylelikle Harakanlı bilge Ebu’l-Hasan ismiyle karşılaşmış, bir yazı çerçevesinde muhteremin hikâyesine düşmüştüm. Birkaç ansiklopediye daha bakmıştım. ‘Koministlik’ten görevinden uzaklaştırılan Abdullah abi ise, biliyordum ki bu kadarıyla yetinmeyecekti. Ve öyle de oldu; o günden sonra Kars’a gitmek gibi bir niyet taşımaya başladı.
Bir kış günü, TRT ekibinin Yolcu programı için Kars’a gittiğini öğrendim. Senai Demirci’nin hazırladığı Yolcu’ya Sadık Yalsızuçanlar konuktu. Programın tanıtımında Harakanlı bilge Ebu’l-Hasan ismi de geçiyordu. Abdullah abiyi aradım, programı izlemesini söyledim. İkimiz de bir isme yakalanmış, bu ismin hikâyesinin peşine düşmüştük. O akşam programı izledim. Senai Demirci ve Sadık Yalsızuçanlar, mekânın ruhu içinde, karlı Kars görüntüleri arasında söyleşilerini yapıyorlardı.

Sadık Yalsızuçanlar, yolunun vardığı yerden okuyucusuna hikâyeler getiren bir sanatçı. Kalbine tutunup yaşarken içinde maya tutan isim ve mevzuların işaret ettiği derinliklerden edebi ve ebedi yurtluklar kuruyor. Bir gün Harakanlı bilge Ebu’l-Hasan’ın anlatısısını yazmaya koyulduğunu öğrendiğimde, Abdullah abinin işyerimdeki ziyaretini ve sonrasındaki gelişmeleri hatırladım. Bu kitabı merakla bekledim. Meğerse Yalsızuçanlar, Yolcu programı için gittiği Kars’ta yeni bir kitap için tetiklenmiş. Bu kitap geçtiğimiz günlerde Timaş yayınları arasında çıkıp elime geçince hemen okumaya koyuldum. Bir kameramanın objektifi içinde, bir kalbin gel-gitleri arasında Harakanlı Ebu’l-Hasan’ın hikâyesine, insanın ve hayatın o derin anlamına ilişiverdim. Cam ve Elmas, Harakanlı Ebu’l-Hasan’ın hayatına dair çarpıcı bir anlatı. Kars’taki Harakani dergâhında geçen olaylar, kente bir belgesel filmin çekimleri için giden ekipteki kameramanın objektifinden anlatılıyor.
Benim Harakani Hazretleri’nin ismiyle karşılaşmam nasılsa Yalsızuçanlar’ın Cam ve Elmas’ı yazması da biraz böyle olmuş. Sadık Yalsızuçanlar’ın bu kitap için verdiği söyleşide söyledikleri Abdullah abinin beni ziyareti ve sonrasında gelişenler kadar şaşırttı. Yalsızuçanlar şöyle anlatıyor:
“Cam ve Elmas bana bir sürpriz yaptı, karlı bir Kars gezisinden sonra kısa bir sürede çıkıp geldi. Bir sırla mı geldi, bir gizi var mıdır bilmiyorum ama yazmak istedim ve yazdım hepsi bu. Esasında yazmak istemediğim, tam bir tembellik hastalığına giriftar olduğum bir zamandı. Nuri Işık’la Senai Demirci beni Kars’a çağırdılar. Senai ile İstanbul havalimanında buluştuk, Cam ve Elmas’ın girişinde betimlediğim inişi beraber gerçekleştirdik. Sonrası onun için de onlar için de benim için de sürpriz oldu. Yönetmenimiz bizi Evliya Camiine götürdü. Orada Yavuz Uzgur hocayı tanıdım. Ebu’l-Hasan Harakani hazretlerinden söz ediyordu. Az, öz konuşuyordu. Harakan kelimesi kalbime bir ateş gibi düştü. Biraz öğrenince, kendi kendime, ‘keşke’ dedim, ‘bir öykü yazabilsem, onun o yakıcı dünyasından birkaç gölge düşürebilsem kâğıda…’ Dergâhtan çıkarken, Yavuz hoca, kulağıma, ‘yazacaksın yazacaksın, korkma’ diye fısıldadı. Böylesi gizemlerle dolu beş günden sonra Ankara’ya döndüm. Bir bulut gibi kendimden geçmiştim. Birkaç hafta okumalarla geçti. Bir gece, ‘senin öykün böyle başladı…’ cümlesi düştü ve sonu kısa bir sürede geldi.”
Harakanlı Ebu’l-Hasan’ın, tasarrufu süren dört bilgeden biri olduğu söyleniyor. Hazretin ismiyle karşılaşmam ve Yalsızuçanlar’ın bu kitabı yazış süreci sizce ne anlama geliyor?