Daha çok öykü ve romanlarıyla tanıdığımız Sadık Yalsızuçanlar sanatsal ve düşünsel birikimini diyebilirim ki en çok deneme türüyle ifade etmiştir. Denemeyi hemen bir oturuşta yazılan ve kişinin birikimini yansıtan yazılar olarak değerlendirmişimdir. Gerçi bir oturuşta yazmak yazarın çoğu eserlerinde öne çıkan bir yazma alışkanlığıdır. Doğallıkla bireysel ve özgün düşüncenin çok net olarak gözüktüğü en belirgin türlerden biridir deneme. Her deneme yazarında olduğu gibi Sadık Yalsızuçanlar da müktesebatının bir sonucu olarak özgün düşüncelerini deneme türünde birçok eserle okuruna sunmuştur.

Bu eserlerden ilki 1994 TYB Deneme Ödüllü eseri Rüya Sineması’dır.  Yazıldığı dönemde uzun yıllar kendinden söz ettiren, edebiyat ve sinema çevreleri tarafından ilgiyle karşılanan bu eser, yazarın sanat, hayal, ahlak ve anlam bağlamında sinemaya bakışını konu edinir. Eserin fikir olarak çıkış noktası, “Bir Derviş Sinemacı: Andrei Tarkovski” başlıklı yazının epigrafında gizlidir. Bediuzzaman Said Nursi Hz.lerinin Sözler adlı eserinin“ Onuncu söz” bölümden yapılan alıntının işaret ettiği geniş anlam açıklığı yazarın ilham kaynağıdır: “Demek bu hayat ve mevt içinde yuvarlanan, toplanıp dağılan varlıklar içinde başka maksat var. Şu ahval, taklit ve temsil için, tertip edilen duruma benzer. Nasıl büyük masraflarla kısa toplanma ve dağılmalar oluyor. Ta ki suretler alınsın, terkip edilsin. Sinemada gösterilsin. Onun gibi dünyada kısa bir müddet zarfında hayat geçirmenin bir gayesi şudur ki, suretler alınıp terkip edilsin, amellerin neticesi alınıp hıfzedilsin, mecma-yı ekberde muhasebesi görülsün.

Yazar, icadından buyana kalabalıkların algılarını akılcı ve seküler bir disiplinin kurguladığı planlarla yöneten endüstriyel sinemaya alternatif olarak, Tarkovski sinemasından örnekle şiirsel bir anlatının ve kurgusal olmayan bir rüya derinliğinin insanın dünya macerasını çok daha derinden anlatacağını ileri sürer.

Eser hayal, hakikat, rüya, bağlamında endüstriyel sinemayı eleştirir. Bu eleştirilerle alternatif bir sinema teorisinin gerekçelerini de açıklar aynı zamanda. Eleştirilerden en büyük payı sinema sektörü alır. Eser kendi bütünlüğü içerisinde kadim geleneğe yaslı tasavvufi metinlerde tahkiye edilen, çok katmanlı imgesel bir dilin sinemayı oyun ve eğlence aracı olmaktan kurtaracağını ve insana kendi hakikatini gösteren bir ayna görevini üstleneceğini öngörür.

Yalsızuçanlar, sinema için olgusal açıdan rüya ile benzeştiğinden dolayı “Rüya Sineması” tabirini kullansa da bu tabirle yetinmeyip, sinemayı nefs ve kalp ayrımında belirginleşen boyutlarıyla da değerlendirerek, arınmanın sineması, imani sinema, irfani sinema, manevi sinema gibi tabirlerle de vasıflandırır. Bu yazımız sadece yazarın Rüya Sineması eseri için bir inceleme olmayacağından dolayı şu alıntıyı eserin amacını açıklaması açısından önemli buluyorum: “Varlığın anlamına ilişkin yüksek bir düşüncesi olan sanatçıların, sinemayı bir müşahede aracı olarak dönüştüreceklerine olan inancımızı korumak durumundayız. Bu uyarıyı yaparken, dünyanın oyun ve oyalanma oluşunu düşünüyor, iman sineması şeklinde ifadelendirilen olgunun çağrışımlarıyla doluyorum.

Sadık Yalsızuçanlar 96’da bu sefer Korku ve Ümid ve Aşk adlı çeşitli gazete ve dergilerde de yayımladığı yazılarını “deneme-eleştiri” etiketiyle kitaplaştırır. Bu eser Rüya Sineması’na nazaran konu çeşitliliği açısından çok daha geniş kapsamlıdır. Eserde çoğunlukla deneme türünde yazılmış yazılara yer verilse de özellikle kitaplardan bahseden yazılar ile medya ve televizyon programlarına yönelik kaleme alınmış yazılar özgün eleştiri yazılarıdır.

Korku ve Ümid Ve Aşk T.S. Eliot’un şu sözleriyle açılır: “Bir toplumun yaşayan edebiyatı olmadığı zaman, kendi edebiyatının geçmişinden giderek kopar. Geçmişin halde devamını sağlayamazsak, kendi edebiyatımızın geçmişi, bize başka bir toplumun edebiyatı kadar uzak ve yabancı kalacaktır.” Eserde Eliot’un bu belirlemesinin izleğinde birçok yazı yer alır. Gelenekten kopan şahsiyetin, modern zamanlarda bireye evrilen sancılı sürecini, modern toplumun birey için öngördüğü amaçlarını, -amaçsızlığını mı demeliyim- çıkmazlarını, açmazlarını konu edinen metinler, eserin odak metinleridir. Yazarın tavrı, geleneği bir nostaljik değer olarak kabullenen sosyal yapıya karşı, tüm insani, ahlaki ve kültürel referanslarımızın kaynağı olarak ısrarla kadim geleneğimizi ve derin irfanımızı işaret eder. Eserle aynı adı paylaşan metinde, yazarın şu cümleleri bir çığlığa dönüşür adeta: “ Oysa aldanıyoruz. Aldatıyoruz ve aldanıyoruz. Dilimizle kalbimiz arasındaki perde kalınlaşıyor. Bir duyarlılık ayrışması. Yeniden yüzümüzü murat eşiğine dikinceye değin sürecek bu. Yeniden bir azap külçesi haline geleceğiz. Korkarak eğri yollardan ayrılacağız. Ümitle doğru yollara katılacağız. Ve aşk vadisine ulaşacağız. Kutsal geleneğimize döneceğiz.

Yalsızuçanların çoğu denemeleri bir yazarlar geçididir aynı zamanda. Kütüphanemdeki çoğu yazarı Yalsızuçanlar’ın metinlerinden tanıyıp okumuşumdur. Korku ve Ümid ve Aşk’ta: Bilge Karasu, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç, Gökhan Özcan, Cafer Turaç, İsmet Özel, Mustafa Kutlu, Ramazan Dikmen, Halime Toros, Nihat Genç ve daha nice yerli-yabancı yazarların eserlerini ve düşüncelerini bize tanıtır.

Yazar, eserde yer alan televizyon ve medya odaklı kimi metinleri genişletip birçok eklemeler de yaparak Televizyon ve Kutsal adlı özgün bir esere imza atar.

Televizyon ve Kutsal’da televizyonu ve onun etrafında gelişen kurumsal yapıyı dil ve işlev açısından problemli görür. Rüya Sineması’nın aksine Televizyon ve Kutsal’da keskin bir eleştirel üslup vardır. Modern zaman Müslümanının televizyon aracılığıyla yaygınlaşan cürümler karşısındaki etkisizliğini eleştirir. Televizyonun doğasına uygun bir dil üretememenin yarattığı çıkmazdan nasıl çıkılacağına dair önerilerde bulunur.

Martin Heidegger’in “Dil düşüncenin evidir.” belirlemesi Sadık Yalsızuçanlar’ın metinlerinin arka planında işleyen ve metinlerin inşasında kendisini belirgin bir şekilde hissettiren ana izleklerden biridir. Her denemeci metinlerinde düşünsel bir örüntü oluşturarak ve benzer düşünceler arasında bir bağ kurarak yazının iskeletini oluşturur. Düşünceler arasında sağlam bağ kurmadan ilerlemeye çalışan yazarların metinleri afaki olması bakımından geçerli bir anlama karşılık gelmediği için dilsel olarak kulağa hoş gelse de zamanın hışmına karşı direnemezler. Yazarın 98’de peş peşe yayımladığı Geçen Gün Ömürdendir, Tarafsızlık Masalı adlı eserleri deneme türünde uzun yıllar tazeliğini yitirmeyeceğine inandığım nadide örnekler barındırır.

Geçen Gün Ömürdendir adlı eser birbirinden bağımsız dört bölümden oluşur. Bölümler için seçilen başlıklar, bölümlerin içeriğini yansıtması açısından isabetli ve bir o kadar da çarpıcıdır. Özellikle yazarın müzik etrafında düşüncelerini derlediği “Hayat Müzikle Devam Eder” başlıklı bölüm lirik anlatımın güzel örnekleriyle doludur. Müzik ve müzikal duyarlık etrafında yazılan bu yazılar hassas bir ruhun müzikle olan irtibatını, has müziğin ruha verdiği heyecanı, hissettirmesi açısından etkili ve hisli bir üslupla kaleme alınmıştır.  Eserin “İnsan Bir Yalnızlıktır” başlıklı ilk bölümü de öyledir. Kısa ve insani duyarlığın yoğun olduğu metinler bize yazarın iç dünyasını da açar. Yeri gelmişken Wittgenstein’in “Yüreğimin büklümleri hep birbirine yapışmaya çalışır, ben de yüreğimi açmak için büklümleri hep yeniden çekip koparmak zorunda kalırım.” sözünün yazarın andığım bölümde içine doğru gerçekleştirdiği derin yolculuğu ifade etmemde yardımcı olacağını düşünüyorum. Yine yazarın 2014’te yayımladığı Yalnızlar Koridoru adlı eseri yukarda bahsettiğim minvalde kaleme alınmış yazılardan oluşmaktadır.

Tarafsızlık Masalı’nda yazar tekrar başa döner. Kitle iletişim araçlarının doğasına yönelik kaleme aldığı kısa metinlerini bir araya getirir. Televizyon ve sinemanın doğasına yönelik yazdığı kuramsal eserlerine bir yenisini daha ekler.

Yalsızuçanlar iki binlerde daha çok irfani metinlere yönelir. Anadolu erenlerinin mayaladığı bu topraklarda yüzyıllardır diriliğini ve tazeliğini koruyan aşkın ve hakikatin diliyle seslenir modern zamanlara. “Sessizlik diyarı”, “Âşıkların Sırrı”, “Benlikten Hiçliğe”, “Anadolu Erenleri”, “Unsur’ul Belâğat’a İlişkin Notlar”, “Gönül Şehri” adlı eserleri hem derin irfanımızın kaynaklarını ve kodlarını göstermesi hem de o mümbit dilin imkânlarını anlatması açısından çok önemlidir.

Sinemadan edebiyata, sosyolojiden tasavvufa değin, geniş bir alanda düşünce üreten Sadık Yalsızuçanlar’ın deneme türü özelinde yayımladığı eserlere ve bu eserlerin özelliklerine şu kısacık yazımda değinmeye çalıştım. Hülasa Mevlana’nın pergel metaforunda olduğu gibi kadim İslam geleneği Sadık Yalsızuçanlar’ın şaşmaz sabitidir. Bir ayağı hep oradadır.