Safiye H. Önal

Biz millet olarak, ta Orta Asya günlerimizden bu yana, hikâye dinlemeyi/hikâye okumayı severiz. Ben de sevenlerdenim doğrusu. Bu özlemimi gidermek için, eskiyi ve yeniyi, dünü ve bugünü eserlerinde ustaca meczeden günümüzün güçlü öykücülerinden Sadık Yalsızuçanlar’ın son kitabı Ters Lale’yi okumak istedim. Okuyunca ne kadar iyi etmişim, tam isabet dedim kendi kendime.

Ters Lale, Profil kitaptan çıkmış bir öykü kitabı. İlk baskısı Ekim 2021 yılında yapılmış.
Kitap Yunus Emre’nin İşitin Ey Ulular şiirinden alınmış, düşündürücü bir dörtlük ile okuyucuyu selamlamaktadır:

Gitti beyler mürveti,
Binmişler birer atı,
Yediği yoksul eti,
İçtikleri kan olısar.

Kitabın kapağını aralar aralamaz şiirden alıntılanan bu bölüm ile yazar, okuyucuya şiiri adres göstererek onu, Yunus’a ve bu şiirin bütününü okumaya yönlendirmektedir sanki.

Kitapta otuz dokuz öykü yer almakta. Yalsızuçanlar,bu eserindefarklı uzunlukta hikâyelerini okuruna sunmakta. 196 sayfadan müteşekkil kitapta, sayfa 107’den itibaren küçürek öykülere de yer veren yazar, sonda Yar Yüreğim Yar adlı bir kadının yaşadığı ilginç hayatı anlatan, 60 sayfalık uzunca bir hikâyeye yer vermiş. Üç öykü ise,(Ters Lale,Ters Lale’nin Çözülemeyen Bir Sırrı,Ters Lale’nin Bir Sırrı Daha) kitaba adını veren Ters Lale ile ilgilidir.

Kitabın ilk öyküsü Yazılamayan Hikâye adını taşısa da öyle güzel yazılmış ki… Her paragrafta aynı ben de böyleyim,ne kadar bizden,ne kadar doğal hissini yaşatarak okurken su gibi akıp gitti. Çöp toplayıcısının hikâyesini yazmak için bilgisayar başına oturan yazar, bir türlü yazmayabaşlayamaz.Başladıktan sonra da gün içindeki rutin işler de bu sürece dâhil olur. Yazarın hem gündelik yaşamı hem yazılacak olan çöp günlüğü iç içe geçmiş şekilde ilerler.Yazar, okuyucusunu da unutmaz; onu da bu sürece dâhil eder,ara ara ona sorular sorarak dikkati hep canlı tutmayı başarır.

‘…Ne yazmıştık en son? ‘Zaten her gün kirleniyorum.’ Allah Allah, ilginç.Yıkandıktan sonra, ’kirleniyorum’la başlamak.Başlamayacaksın.onu yazdın zaten.Doğru şimdi,karakterimizin hayatına dönelim:Annesi,kendisini doğururken ölmüş olsun mu?Olsun.Güzel.’ şeklinde pek çok bölüm var kitapta.

Her Şey Yok Oldu Bak hikâyesinde de benzer bir durum vardır. Yazdığı hikâyeye adını koyamayan bir kadın mahkûm ve kadının ilk hikâyesini yazışı… Yazılan öyküyü dinleyen hocanın öykünün adını sorması üzerine, aldığı adını koyamadım cevabından sonra öyküye Her Şey Yok Oldu Bak başlığını vermesi, kadının zorlu hayatının panoramik olarak yansıltılmasını görmekteyiz.

Hemen hemen her hikâyede can dostlarımıza, özellikle köpeklere yer vermiş Sadık Yalsızuçanlar. Adı Garip, Dodo, Sigara Böreği; arka arkaya yer alan müstakil bu tarz öyküler. Diğer hikâyelerde de mutlaka birkaç satırda olsa sokak hayvanlarına yer vermiş yazar. Ahmet Rifai Hazretlerinden bir alıntı ile destekliyor bu görüşlerini: Uyuz köpekler her kapıdan kovulur, sonunda onun eşiğine sığınırmış: ’Uyuz köpekler bilirdi ki, onun kapısı en emniyetli sığınaktı. Hazret onları bahçe kapısından içeri alır, yedirir, içirir, sever, okşar, sonra bitkilerden yaptığı ilaçla yaralarını iyileştirirdi.’

Yazarı, ya haşlanmış tavuk parçaları ve burgu makarnayı bir köpeğin önüne koyarken, ya da bir sigara böreği ile bir köpeği hayata döndürmeye çalışırken buluruz okurken kitabı. Tanıdığımız iyi insanlar da bizim rızkımızdır diyen Eren ve Dodo’nun hikâyesini okuruz ilerleyen sayfalarda. İlk iki sahibi tarafından terk edilmiş yürüyemeyen bir köpek olan Dodo’nun, sonunda ona gözü gibi bakan Eren ile kesişen yolu anlatılmakta…Eren, Dodo için arabasını satmış. Dodo’yu istemeyen ya o ya ben diyen eşi ile boşanmış ve Dodo ile yaşamaktadır…

Sigara Böreği hikâyesinde yolculuk yaparken petrol istasyonunda karşılaştıkları bir deri, bir kemik kalmış, bakışları içine işleyen boz bir köpeğin hayata döndürülüşü anlatılır. Nemli Yapış Yapış Boğucu Bir Gün hikâyesinde ise bir restorana yemek yemek için giren kahramanımız, mekâna giren köpeği kovan garsonu görünce ‘bir masum cana kötü davranılan yerde yemek istemiyorum’ sözlerini söyleterek karakteri mekândan ayırır.

Mescid-i Aksa’ya gelerek, 1971 yılından beri kedileri besleyen Beyt’ülMukaddes’in EbuHureyre’si, Ebu Eymen’in ölümüyle ilgili bir paylaşımı okuyarak sergiler bu duyarlılığı bazen de.

Birine hakaret etmek için kullanılan hayvan isimlerinden duyduğu rahatsızlığı da belirtir bir hikâyesinde.

‘…Hele köpekleri çok aşağılıyorlar.Birine hakaret etmek için köpek,it falan diyorlar.(…) Onlar evimiz olan doğaya,bize emanet edilmemiş mi?Hani nereye dönülse O’nun yüzü oradaydı.Hani varlık birdi.Hani varlığın dışına halk,içine hak deniyordu…’ Gibi soruları yönelterek, bu tarz hikâyelerle sergilediği duyarlılığı okuyucuya da hissettirerek aynı zamanda bir sosyal sorumluluk örneği çizmektedir.

Sadık Yalsızuçanlar bize bir kez daha göstermektedir ki edebi eserlerle de bir şeylerin farkındalığı, çok rahat oluşturulabilir, hatta arttırılabilir.

Can dostlarımız dışında, sokaklarda yaşayan kimsesizler, meczuplar,deliler de kitapta yer alanlar arasında. Kıymalı Börek Deprem Vesaire hikâyesinde bugün sakın yola çıkmayın diyen bir meczup ve onun sözünü dinleyerek depremden kurtulan Nurettin Bey’in hikâyesi anlatılmaktadır. Beyaz Ölüm’de yine çöpten kâğıt ve plastik toplayarak geçimini sağlamaya çalışan Mustafa Keskin’in kimsesiz, sessiz sedasız garip ölümünü okuruyla paylaşmaktadır Sadık Yalsızuçanlar.

İnek Bursa hikâyesi de Ankara’da Hacı Bayram türbesinin önündeki meczup ile bir restoranda geçen diyalog üzerine kurgulanmıştır.

Nereye Böyle küçürek öyküsünde Deli Kemal, Havlucu hikâyesindeki berberde tıraş sırasında yapılan muhabbet ve sonunda verdiği ders ile Havlucu, Nasıl Bilirdiniz öyküsünde imamın sorusuna verdiği düşündüren cevapla Meczup Kemal, başka bir hikâyede omzunda süpürge ile gezen İsmail çıkar karşımıza…Manyaslı Sefa’nın PıyPıyı, Şorikli gibi hikâyeler de bu tarz hayatlar, dikkat çekici ve ders verici bir şekilde okuyucuya sunulmuştur.Adak hikâyesinde zor durumda kaldığımızda, düşünmeden o anın sıcağıyla verdiğimiz söz,o durumdan kurtulunca gerçekle yüzleşmemiz ve adağı yerine getirmemek için gösterdiğimiz uğraş(!),Alo Fetva adlı hikâyede, alo fetva hattına gelen sorular ironik bir şekilde dile getirilmiş.

Hikâyelerin isimleri de dikkat çekicidir kitapta. Sadık Yalsızuçanlar burada da ince zekâsını göstermiş, ya bilindik bir şarkıya,ya bir şiire, ya da bir ayete gideriz hikâyelerin isimlerini okuyunca ve bir süre düşünürüz, ilk cümleye geçmeden önce.Kitapta Gidelim Buralardan, Biraz Kül Biraz Duman, Nereye Böyle,Beyaz Ölüm,Deliliğe Övgü,Kara Basma, Kuğunun Son Şarkısı,Yar Yüreğim Yar; bu minvaldeki hikâyeler olarak dikkat çekmektedir.

Sadık Yalsızuçanlar okuduğu bölümün (Türk Dili ve Edebiyatı) hakkını verenlerden. Dilin kullanımı ve yazım hakkındaki duyarlılığını hikâyelerinde ince bir şekilde gösteriyor. Tahinli Hâkim hikayesindetayin yerine söyleyişte ve yazıda sıkça kullanılan tahin kelimesine başlıkta da yer vererek bu konuya dikkat çekmeyi başarmış. Yine bir hikâyesinde (Nemli,Yapış Yapış,Boğucu Bir Gün)tatil için gittiği güneydeki bir kasabada İngilizce,Almanca olarak yazılmış bozuk imlalı tabelalara dikkat çekmektedir.

Gurundir Mehmet hikâyesinde de Gurundig kelimesinin halk arasında dildeki evrilişi ve tabelalardaki diğer yanlış kullanımlara dikkat çekmiştir Sadık Yalsızuçanlar.

Kitaba adını veren Selimiye’nin çeşitli yerlerine işlenen doksan sekiz ismin biri unutulunca, müezzin mahfilinde gizlenen ters lale ile ilgili ile ilgili üç hikâye var. Bu hikâyeler Lale Müldür ve onun bazı şiirlerinden alınan dizelerle ilişkilendirilerek yer alıyor kitapta.

Kitapta yer alan sonu hep gizemle biten, tamamlanmamış hikâyeler okuyucuyu düşündürüyor. Yazar okuyucuya bırakmış hikâyenin sonunu. Bu yönüyle postmodern tarz hikâyeleri andırıyor.

Gidelim Buralardan hikâyesinde ise günümüzde büyükşehirlerde yaşayan insanların hep içinde taşıdığı, sakin küçük bir yere gidip yerleşmek, bahçe kurmak fikrini Abdullah Bey üzerinden hazin bir sonla anlatarak hayatı ertelememek konusunda bir daha düşündürüyor okuyucusunu Sadık Yalsızuçanlar.

Her Şey Yok Oldu Bak hikâyesi de toplumsal konulardan birine değindiği hikâyelerinden.

Bugün Bayram hikâyesinde ise Sudan’dan gelen Selim Hoca’nın gönderdiği iletiyi okuyor.Bir depo suyun gelişine sevinen insanların yaşadığı mutluluk,içinde bulunduğumuz ama hiç şükrünü eda edemediğimiz, farkına bile varmadığımız nimetleri bir daha düşünmemize vesile oluyor.

Bizim için de bayram oluyor bu hikâyeyi okumak… İdrak etme ve şükür bayramı.

Sadık Yalsızuçanlar ile tanışmam okuyarak değil, konuk olduğu bir yazarlık atölyesinde(Fahri Tuna) onu dinlememle başladı. Bu kadar güzel konuşan bir yazarın kitaplarını merak ettim. O günden sonra her daim okuduğum, metinlerinde hep kendimden bir parça bulduğum bir kalem oldu benim için. Onun üslubunda hissettiğim o dervişane tutum, dilinde gösterdiği Yunusça söyleyiş, yaşadığı toplumun içinden yazılarına nakşettiği hikâyeler hep ilgiyle okuttu. Kitabı okurken ya gönderdiği bir şiirin içinde, ya bir öyküsünde zikrettiği bir filmi izlerken buldum kendimi.

Sadık Yalsızuçanlar sadece okutan değil aynı zamanda okurunu geliştiren, zenginleştiren, her daim okunası bir yazar.