
Ben cahilim bilemiyorum, bu yazılardan bir şey anlamıyorum. Ben bu yazgılara tahammül edemiyorum. Bu yalnızlıklar beni üzüyor, buna dayanamıyorum.
Biliyorum seni bana vermeyecekler. Ben bu yükleri nasıl taşıyacağım?
Seni beni düşünen var biliyorum ama bu ayrılıkların içinde yaşamak zor.
Bu bir düş, tabirini sen ben bilemeyiz.
Ne kadar güç değil mi, her şey nasıl acımasız?
Buraya kendi isteğimizle gelmedik, nereden nasıl getirildik bilmiyoruz, akıl sır ermiyor hiçbir şeye?
Bu uçurtmayı hiç uçurtamayacağız, bu rüzgar gülü yırtıldı, şu parktaki kaydırakta hiç oynamadık, bu ev bizim olmadı, ne yurdumuz ne yuvamız var?
Seni tanıdım yazgım değişti, eski yazılar silindi, bu kırmızı mürekkep kağıttaydı az önce. Önce diyorum ya, senin ne zaman nereden nasıl geldiğini de hatırlayamıyorum.
Nereye gidiyoruz, son nedir, sonra neler olacak tahmin edemiyorum.
Seni çoktandır tanıyordum oysa.
Bunu yavaşça nasıl öğreniyorum bilmiyorum.
Bildiğim seni bana vermeyecekleri, bu yazgının içinde sürüklenirken canımın yanacağı.
Ne kadar yalnız bir yer burası, nasıl içi yanıyor insanın?
Gelebilir miyim diyorsun, bu denize girebilir miyim, seninle orada ölebilir miyim?
Kaybolalım istiyorsun, sen bende bu sonbaharın kuru, sarı, kimsesiz tenhalığı içinde, bu yazgıların arasından geçerek, bu yalnızlıklara tahammülü öğrenerek, seni bana beni sana vermeyeceklerini göreyim istiyorsun.
Senin için de zor biliyorum, bu denizde, senin yanan yalnızlığına batmak, bir daha hiç çıkmamak, buradan giderken ıslak bir yünün içinden dikenli, budaklı bir dalın çekilmesi gibi anlıyorum, ama sen geldin, ben seni aradım, birbirimizi bulduk işte yapacak bir şey yok.
Gidecek bir yer yok sevgilim, ancak kalbimize sefer edebiliriz.
Sadece oraya sığınabiliriz, ikimiz bir yer değiliz, bu odada otururken ne kadar çaresiziz. Burası dünyaya benziyor, vefasız, zalim bir yüzü var. Gözleri öldürücü. Acımasız bir şey bu. Ayırıyor insanı. Seni benden bölüyor, beni sana yasaklıyor, işte görüyorsun dönüp dönüp aynı yere geliyorum, seni bana vermezler sevgilim. Seni duyamıyorum, kentin uğultusu beni sağırlaştırıyor. Gözlerime kirli suretler doluyor, onları kalbimden uzaklaştıramıyorum. Temiz bir şey değil bu?
Burası senin yalın halin belki, ben orada değilim.
Çok üzgünüm sevgilim, kendimize ait birer bahçemiz yok, bu ağacın yanındayım, dalından bir rüya açıyor, onu tabir edemiyorum. Kelimelerimin takati yok, onları sana anlatamıyorum.
Gitme sevgilim, bu rüyayı sen tabir edebilirsin, seni bana belki verirler, çok yalnızım beni terk etme, beni bu acının ellerine bırakma.
Saçlarımı okşa, alnımdan öp beni, göğsüne yasla, giysilerine sar, ört üzerimi üşüyorum.
Hadi gidelim, çocuk parka gitmek istiyor, onu bize verecekler, bizi ona yazmışlar, sen belki benim yağmurumsun, yürüyelim o yoldan.
O meşenin önünden geçerken bakalım o kuyuda bir ayna var belki rüya içindedir, tabiri çocuğumuzun ışıyan parmakuçlarıdır.
Üzülme, gitsen de bir gün yazgımız seni getirir.
Belki seni bana verirler, ben bu yazıları okuyabilirim.
Yalnızlık belki yalnızlık değildir.
|