 |
"İkimiz Birden Sevinebiliriz Göğe Bakalım"...
Bu böyledir, her şeyi, herkesi sonradan öğreniriz. Asıl cehalet, bilginin gücüne tapınmaktır. Güce güvenmektir. Güçlüye yamanmaktır. Ne denli 'bilgili' ve 'güçlü' olursak olalım, gerçekte, bizi, yaşadığımız dünyayı, kainatı ve varlığı kuşatan Mutlak Alim'in huzurunda alabildiğine cahil ve çaresiziz.
tamamı... |
 |
 |
Yeni Öykü: Sessiz. .
Sen elifsin.
Çünkü otuzüç yıl önce doğdun ve birsin.
Ben he'yim. Kırkdört yıl önce öldüm ve ikiyim.
İkimiz bir olunca aşıklar ah çeker. Ah bir iklimdir, orada sadece benzersizler oturur.
tamamı... |
 |
 |
Ali bizim şahımız...
Muharrem yaklaşıyor...Yakında Kerbela'da 'cennet yiğitlerinin seyyidi olan Hz. Hüseyin'e kıyıldığı hüzün günleri başlayacak.
'Ben hüzün peygamberiyim' diyen Allah Elçisi'nin modern zamanlardaki en büyük sevdalısı Mehmed Akif Ersoy'un diliyle söylemenin vaktidir :
'Yıllar geçiyor ki yâ Muhammed/Aylar bize hep Muharrem oldu/Akşam ne güneşli geceydi/Eyvah o da leyl-i mâtem oldu'
tamamı... |
 |
 |
Öykü: Seyda...
Ama, şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır muhabbetinden vazgeçmiyordu.
Nihayet ısrarlarına dayanamayıp kabul ettim ve Cuma günü öğleden sonra oniki kişilik bir minübüse yirmi kişi tıkınarak Menzil'e doğru yola çıktık. Ahmed hoca mihmandarımızdı. Nurşin'li bir seyyit. Hafız ve molla. En çok ilgimi çeken Mem u Zin şerhi okumuş olması. Risale-i Nur'dan da tederrüs etmiş.
tamamı... |
 |
 |
Ateş çemberi...
"Dün akşam yolda gördüm/ Seni yıllardan sonra" çalıyordu radyoda. Dükkândan dışarı taşan sese zaman zaman şişko kebapçının çırağı eşlik ediyordu alüminyum tepside üzeri tabakla kapalı kebap servisini taşırken. Şükran Ay söylüyordu şarkıyı.
tamamı... |
 |
 |
Öykü: Garip...
Seni gecenin, soğuğun ve kalabalığın içinde görünce dilime gelen bu oldu: Garip. Sen garipsin. Görüyorum. Şimdi bu kanepede otururken gözlerine, onlardaki gurbete bakıyorum. Gurbetin bir resmisin sen.
tamamı... |
 |
 |
Öykü: Yüzüm...
Annemin de adı Ayşe, benim de. O yetmişiki yaşında ben otuzüç. Otuzüç sayısının uğuruna inanmıştım hep. Bu yüzden yaşadığım olayın da ne olursa olsun hayırlı olduğunu düşünüyorum. Ama yüzüm çok değişti, yüzümle birlikte özüm değişmedi ama içime bir şeyler katıldı bunu hissediyorum.
tamamı... |
 |
 |
Öykü: Bu sabah...
Giderken içimi çekip götürdün beni burada ölü, cansız bıraktın. Sen gidince her şey öylesi bir sessizliğe düştü ki, boynumun yarısı kesilmiş kanım göğsümden akarak şıp şıp beynime damlıyor gibi bir cansıkıntısı belirdi.
tamamı... |
 |
 |
Öykü: Yar kokusu...
Nereden nasıl kaçtın, buraya ne zaman geldin bilemedim.
Adın Meryem ve Fatıma'nın lakabıymış yeni öğrendim.
Suya benziyordun, bir bulut gibi beni kendimden geçirdin, sarhoş ettin.
tamamı... |
 |
 |
Öykü: Denizde ölüm...
Bunu senin otuzikinci doğum gününün akşamı yazıyorum.
Bil ki Allah alemin bir yerini başka bir yerine bağlamıştır.
Burası bir dairedir.
Dairenin bir noktası başka bir noktasına bağlıdır.
tamamı... |
 |

|
İstanbul ve "Gezgin" / Wolfgang Günter Lerch...
Ünlü Endülüslü Sufi- Muhyiddin Arabi'nin hayatını ve icrasını anlatan ilk romansı şekil, şimdiye kadar sekiz kitabıyla öne çıkan Sadık Yalsızuçanlar'ın kaleminden geliyor.
tamamı... |
 |

|
Özgürlükçü ve hoşgörülü İslami duyarlık / Lutz Bunk...
Türk Yazar Sadık Yalsızuçanlar, Gezgin adlı eserinde Ortaçağ döneminde yaşamış olan Muhyiddin Arabi'yi anlatıyor. Arabi, gerçek bir sufiydi ve 'dinlerin aşkın birliği'ni savunuyordu. Arabi'nin, dini, politik içeriğinden çok irfani nitelikleriyle vurgulamak istemesi, fanatikleri kızdırıyor olmalı.
tamamı... |
 |
 |
Radyo oyunu: Sekerat ...
Olay, ikibinüç yılının bir eylül ikindisi bir parkta, bankın üzerinde ve çevresinde, az ilerdeki çınar ağacının altında geçer.
Uzaktaki park gazinosundan Erkan Oğur'un söylediği Mamoş türküsü gelir...
tamamı... |
|