Öyleyse Hızır değil gözyaşı uykusu günü.
Günahı fısıldayan bu kalabalık, surla çevrili kasabada sizi kuruntularla aldatabilir. Bu kainatın şansınızdan büyüklüğü, yemini kalkan edinenler için sürekli bir ayrılığın layezalidir. Her neye baksam senin suretin. Ölüyü teneşire uzatıyorlar.
Şeytan Mahmut, sesindeki duyguyu açık seçik fark edince utanıyor, 'Allah acısını da kalbinizden alsın' diyor, Bayramali'ye kaygıyla bakıyor.
'Ölüm öldürülmüyor' diyorum kendi kendime.
Bayramali başını umutsuzca eğiyor.
Garip bir umursamazlıkla, orada, öylece, sermedi bir vücudun gölgesini taşıyan ölüye bakıyorum. Bayramali, neden sonra keyifli bir keder sarhoşluğuyla, çevresindekiler üzerinde gezdiriyor bakışlarını.
'Melekler, onların yüzlerine, omuzlarına vurarak canlarını alıyor' diyorum kendi kendime. 'Ecel emelleri uğurluyor, dünya fani' diyor Garib emmi.
Bayramali, kendisini tutamayarak sarsıla sarsıla ağlıyor.
'Kimimiz daha önce öldürülür, kimimiz daha sonra aldatılır, döndürülürüz' diyorum kendi kendime.
Ahşap evin çitle çevrili bahçesinde kalabalık oynaşıyor. Çocuklar geziniyor, kadınların bağırtıları, ağıtları...Bahçe kapısının yanındaki helanın çamur sıvalı duvarına yaslanan adama bakıyorum, içindeki son parıltının da söndüğünü görüyorum.
'Ölümden öte köy yoktur aslanım' diye fısıldıyor Garib emmi, yanında duran Koreli'ye.
Koreli onaylıyor, başını sallıyor, cigarasını derin derin emiyor, dumanı savuruyor.
Rüzgar soğuğu dağıtıyor, çoğaltarak tenimize yapıştırıyor.
'İzinden yürüyeceğim bir ışık var et' diyorum kendi kendime.
Her neye baksam senin suretin. Kalabalık meydana taşıyor. Su ısıtılıyor kazanda. Kadınların bağırtısı yükseliyor. Eski belediye başkanı Hsan bey, Bayramali'ye, 'Allah rahmet eylesin' diyor, dişlerinin arasından ıslık gibi çıkan bir sesle, 'ölümden öç alınmıyor be amca' diyor Bayramali.
Bayramali'nin hıçkırığını ağzına tıkar gibi, 'dünya bu Bayramım, konan göçer' diyor Hasan bey.
'Herşeyi kuru toza döndüren bu soğuk rüzgar, beni daimi firakta bırakıyor' diyorum kendi kendime.
Aynı sona uğrayan hayatı, ölümden beter bir umarsızlık içinde görüyorum.
Ne işim var bu delilik çölünde?
Her neye baksam senin suretin. Kalabalığa kutsal bir saygıyla bakan gözlerim de, yüzümdeki karanlık çizgiler de, Bayramali'nin içinde taşımadığı acısı da, kapanmayan kabir kapısı da bunu gösteriyor?
'Bu yalnızlık bin derece hayata müreccahtır' diyorum kendi kendime.
Ölünün, arkada kalmasın diye gözleri, ruhu yarılmasın diye çenesi kapatılıyor.
Işığı sönmesin, öte dünyası da ışıklı olsun diye yattığı oda aydınlatılıyor. Karnına makas konuyor. Boynunun bükük olduğu fark edilerek, 'birini daha götürür, boynunu düzeltin' diye bağrılıyor. Kimse aldırış etmiyor, kimse inanmıyor öldüğüne. İnanılmıyor, umutlar dağılıyor.
Şakir usta, Şaban emmiyle fısıl fısıl konuşuyor. bir şeyleri acıyla mırıldanan insanlar, burada niçin toplanarak bir sükun örüyorlar? Sanki onların dışında bir mikrop, en zalimi bile kabre sokmaktan aciz midir?
Şakir usta, serinkanlı, dikkatli, koşuşturuyor, hüzünlü, kıpırtılı bakışlarla Bayramali'ye bakarak bir şeyler söylüyor, titreyen, toparlak parmaklarıyla, ağırlıksız bir sesle, 'başın sağolsun başın sağolsun, Allah mekanını cennet eylesin' diyor.
Pireli Cevdet'in bahçe kapısının kenarında komutan İsmet, ilkokul müdürü Hasan bey ve Demo İbrahim'le bekliyor.
Bayramali, Şakir Usta'ya, 'siz sağolun' diyor güçlükle.
Şakir Usta'nın yanındaki yüzü çopurlu adam, önemli bir tavır takınarak, çapaklı bir sesle, 'gelin görmedik ev olur, ölüm görmedik ev olmaz' diyor.
Bayramali biraz daha dinginleşmiş gibi görünüyor.
Ağlaya ağlaya gözden olacaklar diye kadınlar susturuluyor. Ölü defne götürüldüğünde kalabalık, güvercin sürüsü gibi havalanıyor. Yol boyunca tabutun ucundan birkaç kez tutuyorum. Gömülürken uyuyanlar ölüm uykusuna yatmasınlar diye uyandırılıyor, çevresinde üç defa güzel kokulu buhur gezdiriliyor. Bir an önce bitirilmeli bu iş diyerek acele ediliyor.
Kabre toprak atıldığında, yankısı Tecer'e vuran bir çığlık yükseliyor,
'dünyayla ecel penceresinden başka bir bağım yok' diyorum kendi kendime.
* * *
Kasabalılar yer işi gök cümbüşü bir masal rüyasından uyanır gibi Pireli Cevdet'in getirdiği traktörü görmek için tel örgüyle çevrili konağın bahçesine koşuştuklarında kocaman tekerlekleri, gerisine takılı pulluğu, ürkütücü homurtusuyla bu garip makinenın bir şeyler sezmiş olabileceğini düşüneceklerdi. Kolay sandıkları yolda boğulmaktansa çekingen durmayı yeğleyeceklerdi. Bir kaderi tersim eder gibi gece gündüz tezgahların başında ömür tüketenler, Pireli Cevdet'in kulüp girişimi karşısında suskun kalıyorlardı. Toprağı kolaylıkla altüst eden, bir harman kesiyi taşıyabilen, onlarca işçiyi engebeli arazide, uzaklardaki tarlalara ulaştırabilen makineden bakışlarını alamayacaklardı. Kasabada birkaç ev dışında hemen her hanenin geniş sofasında, yapabilenler için müstakil bir evcikte kurulu tezgahlarda, bez, çuval, harar dokumaya, kırmızı, pembe, gülrengi, altınsarısı; güzel mavu, ağcamavi, nariçi, turuncu renk iplikler kaynatılan durulmuş kireç suyunda bir gün bir gece bekletildikten sonra bol su ile yıkanmaya, boyaya katılan ipler biraz şap veya limon eklenerek, ekşi bulunmadığı yerde birkaç damla kezzap damlatılarak ateşte kaynatılan sarı ya da kırmızı boya eklenerek ipler, hazırlanan eriyiğin içine atılmaya, beş on dakika bekletildikten sonra çıkarılıp yıkanmaya, dokumada kullanılmak üzere kumaş ipliği hazırlanmaya başlanacaktır. Geniş, verimsiz arazilerde rençberlik yapmaktansa evin köşesindeki bu iş daha çekici gelecektir onlara. Bez, altınterlik, kevkel, dabançuvalları, seseler, zencir, kürtüküpes, gözümkaldı kilimleri, boncuk hararları, işlemeli heybeler, o konuşmalar, o cilveler, o ilhamlar, tabiatın saf renkleri, kökboyalar, nakışlar, bir bilmece kurar, bir problem çözer gibi örülen motifler...Her defasında aynı kökü, suyu ve ateşi kullanmalarına rağmen aynı tonu elde edemiyorlar. Çocuklar, yeni yetme kızlar tezgaha oturacakları zaman gelince, tezgah açıp ipi ve boyayı istediği fiyatla getirip kumaşı canı istediğinde dilediği ücretle alan Pireli Cevdet'in akılalmaz kazancını hesaplamayı da vazgeçilmez bir iş olarak görüyor olmalılar.
Bu nedir?
Günaşığı
Hercai menevşeyle birlikte süslenip büyümüze gülerler.
Biz de onlardan gözümkaldı kilim dokuruz.
Yazın yaylaya çıkarken develerinizi süslersiniz.
Evet.
Seleser, sarızambak nakışlarıyla.
Evet.
Sabah ezanla uyanır tezgaha otururusunuz, gece geç vakte dek sabır dokursunuz...
* * *
'Gözünüzü yumun avcunuzu açın'
'hatice yine ne var?'
'Siz dediğimi yapın öğretmenim'
'O da ne?'
'Koklayın'
'Aman Allahım nedir bu?'
'Fesleğen tohumu.' |