
Yaklaşık 25 yıldır edebiyatı nefesleyen bir kalemsiniz. Ve bu kadar çeşitliliğinizin yanında dikkatimi çeken, polemik çukuruna düşmeden ilerlediğiniz. Sizinle ilk tanıştığım vakit mütevazı oluşunuza özellikle hayran olmuştum. Bu bağlamda, önce ahlak'ın tüneline girersek, karanlık ve aydınlığın siz de uyandırdığı nedir ? Edebiyat-edebiyatçı ve ahlak üçgenini siz nasıl çiziyorsunuz ?
Estağfirullah diye çizmeye çalışıyorum. Efendimiz, 'ben günde yetmiş bin kez istiğfar ederim' buyurur. Masumdur ama bunu her gün eyler. Bizler istiğfar lifleriyle dokunmuş günahkarlarız. Ahlaktan söz edilmesi hoş değil aslında. Bu bir haldir, hal olmalıdır. Edebiyat-edep bir zamanlar özdeşti. Bunu şimdi indirgemeci buluyorlar. Hakikat-ihsan-hüsün içkindir bana göre. Hakiki olan iyidir, iyi olan güzeldir. Fakat dediğim gibi bunu modernler benimsemiyorlar. Bu formülasyon bugün geçerli değil. Güzelliği modernler lüks bir kategori, çirkinliği ise bir form olarak algılıyorlar. Böyle olunca çirkinliğin resmi, şerrin resmedilmesi bizatihi bir form olarak, bir zorunluluk olarak düşünülüyor. Sanat, modern zamanlarda egosantrik hayalciliğin pençesindedir. Bendeniz daha çok Risale-i Nur mesleğine sığınmaya çalıştım. Risale-i Nur, Kuran'ın manevi mucizesidir. Modernlerin düçar olduğu hastalıklara karşı onun Kitap'tan estirdiği rüzgar iyileştiricidir, dirilticidir. Ruh sakatlanmıştır ve bu modern burjuva uygarlığının, onun nefesiyle çürüyen, bir ufunete dönüşen yerlerde ruhun bu çürüyen yanlarına protezler takılmaktadır. Tarkovski, modern batı uygarlığı için bir protezler medeniyeti demişti. Doğrudur, bu böyledir. Edebin edebiyatla özdeş olduğuna olan inancım hiç yitirmedim.
Edebiyatta ötekileştirilmek doğru mudur ? Sağ ve sol'un hâlâ birbirine uzaklığı söz konusu. Bu uzak oluş doğal mıdır ? İç içe olmak duruş'a engel midir ?
Bu 'öteki' kavramı da başka bir yerden esip gelmiştir. Bana göre öteki sadece 'şeytan'dır, 'nefs'tir. Gerçi nefs, klasik arapçada 'ruh' manasınadır. Ama şimdi insanın negatif kutbunu temsilen kullanılıyor. Türkiye toplumu travmatik bir deneyim yaşadı. Köktenci bir şey, bir kırılma...inisiyatik gelenekle ilişkileri neredeyse koptu. Bu unutuşla birlikte Türkiye'de bu 'sağ-sol' kavramları gibi bize ait olmayan, bizim hakiki resmimizi sunmayan kelimeler dilimize sirayet etti. Gerçi biri inisyasyonla ilişkileri tehlikeli bulan, diğeri ona doğru yeniden ulaşmak isteyen eğilimleri ifade etmek için kullanıldı, ama bu kurgular çok hakiki, sahici değildi. Zaten merkez, zemin sürekli eksen değiştirdi vs. Ama diyalojik bir konuşmaya da engel teşkil etti. Böylesi bir konuşmayı bugün hala yapabiliyor değiliz. Aykırı, ayrıksı duranlar arasında olmasını bırakın yakın ruhlar arasında bile bu türden bir konuşmayı gerçekleştirmek çok güç. Kitlesel iletişim ortamlarının kendine özgü belirleyici veya değerleyici kodları var. Öylesi ortamlarda konuşmaya çalıştığınız zaman hem zeminin şartları sizi bozuyor, bozunduruyor, deforme ediyor, hem de insanlar empati yaparak, yekdiğerinin hukukunu gözetmeye çalışarak konuşmuyorlar. Böylesi bir alışkanlığımız olmadığı gibi, saygılı da değiliz. Konuşmak mümkün ama bu şimdilik tekil olarak, sınırlı bir biçimde gerçekleşebiliyor. Bunlar kural bozmayan istisnalar gibi. Bataille an'ın sonsuzca bölünebilir olduğunu söyler. Bu durumda, diyor, iki insanın birbirine gidişi asla sonuçlanamayacak bir çabadır. Bu da akıl karıştırıcı. Ama 'biz sizi tanış olasınız diye yarattık.' Buyrulur.
"Dilsizler haberini kulaksız dinleyesi
Dilsiz kulaksız sözü can gerek anlayası"
Kapısını Emrem Yunus ' un lafzıyla açan son kitabınızı yayınladınız : Gezgin . İbn Arabî'nin gölgesinde dolaştığınız, 111 bölümden hâsıl yine sahih bir eser.
Peki bundan sonra çıkınınızda toprağımıza serpeceğiniz hangi tohumlar var ?
Hz. Mevlana'nın manevi yaşamını anlatmayı denemek niyet ve arzusundayım. Yıllardır okurdum. Şimdilerde Mesnevi şerhleri okuyorum. Bilmiyorum kısmet olacak mı? Yakınlarda yayımlanacak Ayan Beyan adlı bir öykü kitabı var. Sel'den çıkacak. Tasavvuf Risalesi'ni bitirmiştim, o da önümüzdeki ay başında yayımlanıyor. Bir de Şey adlı bir anlatıya başladım. Hayyam'ın çevresinde dönen bir öykü.
Sizinle ilgili bir yazıda, (İ.Süphandağı) sizin, ân dışında, zamansızlığın izini sürdüğünüzle ilgili bir tesbit vardı. Ve bu hâliyle de şiirin işlevine daha yakın olduğunuzu; şiirin hikayedeki izdüşümünü çağrıştırdığınızı yazmıştı. Şiire Unsuru'l - Belâğat'a İlişkin Notlar ile selam verdiniz. Peki neden şimdiye dek bir şiir kitabınızı göremedik. Şiire hem bu kadar yakın, hem de bir o kadar uzak oluşunuz nedendir ? Ve nesircilerin şiir yazamadıkları, ama şairlerin nesir yazabildikleri savına katılıyor musunuz ?
Şair olunabileceğine inanmam, bu, eğer belirleyici bir istidat olarak insanda yoksa yazmaması daha iyidir. Şiir çok yıkıcı bir şey aynı zamanda, çok tehlikeli, insanın bütün bir yaşamını altüst edebilir, 'mülklerin en tehlikelisi' diyor ya, bunu biraz da böyle anlamak gerekir diye düşünürüm. Şiir değilse, yani kurucu nitelikte değilse, bir çocuğun emniyeti açık bir tabancayla oynaması gibi bir şey. Akif, 'üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömr-i heder' diyor. Akif için manzumeci diyoruz, şair adını bile çok görüyoruz. O heder olmuş diyorsa diğerleri ne demeli bilmiyorum? Şiirin insanda adalet ve merhameti koruma isteği uyandırması, insanın çaresizliğine ve kimsesizliğine mülk olması, varolanın varlığı tehdidi olmaktan çıkması mümkünse...
Şiirden konu açılmışken; yıllardır şiir adına bir çok akım, hareket ve atılımlar oldu ama hikaye / roman (veya nesir) için bir tek akım hareketini görmedik. Sizce ilginç değil mi bu durum ? Acaba nesirin ömrünün daha uzun olduğu varsayımı çıkarılabilir mi buradan ? Ya da nesir camiasında hiçbir zaman bir tıkanıklık yaşanmadı, her dönem sahihti diyebilir miyiz?
Gerçek bir şair iyi öykü iyi roman iyi 'nesir' yazar. Dilin, düşüncenin sınır karakollarında şair bekler. Orayı genişleten odur. Zamana dayanıklı olması bir dilin, sahici ve çokkatlı olmasına bağlıdır. Kutsal metinlerin özellikleri neyse o. Her zamane için yeni bir veçhe sunabilen şey. Bir de her çağ, gözünü Doğuda olsun Batıda olsun bir ya da iki şaire dikmiştir gözünü. Şiir kurucu sanattır.
Okumak nedir hocam ? Fakülte bitirmek midir acaba ? Bir insana verilen değer dört senelik bir süreçte mi gizlidir yoksa bir ömürde mi ? Demem o ki, ülkemizde Edebiyat bölümü mezunlarının edebiyat memuru olduğunu düşünüyorum. Edebiyata bu kadar uzak edebiyatçıların olması artık yolun sonunun geldiğine bir işaret midir, yoksa çok mu duygusalım?
Böyle değil de şöyle düşünmeyi deneyelim: Okumaktan kasıt 'kişi kendin bilmektir.' Hep denir ya Kafka sigorta şirketinde memurdu vs. Yazmak için üç şeye ihtiyaç var : kağıt kalem ve tütün-kahve. Şaka bi yana dert ağlatır aşk söyletir. İnsan yazarak kalbine doğru bükülür. Hat'ta böyledir, Kabe çevresinde böyledir, zikirde böyledir. Kalbe doğmayan bir şey, kalpten çıkmayan bir şey kalbe ulaşmaz. İsmet beyin güzelim ifadesiyle söylersek: Söz yazanın neresinden çıkarsa okuyanın orasına ulaşır. Orası yani bir mekanet olarak öyle bir yerdir ki, insan orada yuvalanır. İnsandan kasıt ise insan-ı kadimdir.
Asaf'ın "Eskiyecek her şeye yeni denir" sözünden hareketle; eski ve yeni'yi konuşmak istiyorum. Hocam, misal, ekmek kelimesini tarif ettiğimizde, tarifimiz ebede kadar eskimeyecektir. Ama ekmek kısa bir süre sonra aslî görevini yapamaz hâle geliyor. Bu noktada eskiyen nedir ?
Eskiyen Rabbimiz dışında her şeydir. Yani O'nun vechi dışında. Külli şey'un halikun illa vechehu.
|